Fiba Yenilenebilir Enerji'nin sunduğu Açık Yeşil'de Ümit Şahin ve Ömer Madra, Alexander Clapp'in "Waste Wars - Dirty Deals, International Rivalries and the Scandalous Afterlife of Rubbish" yani "Atık Savaşları" adlı kitabını Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Prof. Dr. Sedat Gündoğdu ile ele alıyorlar.
Ümit Şahin: Apaçık Radyo'da Açık Yeşil başlıyor, ben Ümit Şahin.
Ömer Madra: Ben de Ömer Madra.
Ü.Ş.: Destekçimiz Sibel Şems Nuhoğlu'na teşekkür ediyoruz programa başlarken. Bugün çok yeni çıkan bir kitabı konuşacağız; Alexander Clapp'in yazdığı Waste Wars. Dirty Deals, International Rivalries and the Scandalous Afterlife of Rubbish yani Atık Savaşları adlı kitabı. Bu kitabı da konuyu Türkiye'de en yakından takip eden arkadaşımız Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Prof. Dr. Sedat Gündoğdu ile konuşacağız. Sedat günaydın, hoşgeldin.
Sedat Gündoğdu: Günaydın, hoşbulduk.
Ö.M.: Merhabalar, hoşgeldin.
Ü.Ş.: Sedat ile en son geçen sene plastik anlaşması üzerine bir program yapmıştık. O zaman bu atık ticareti, özellikle Türkiye'deki atık ticareti ne duruma geldi, son durumunu konuşmaya pek zaman kalmamıştı. Şimdi bu kitap vesilesiyle biraz ondan da bahsederiz ama önce kitap ile başlayalım. Sedat senin de Alexander Clapp’i tanıdığını ve bu kitabın yazımında katkın olduğunu da biliyoruz, o hikayeyi anlatarak istersen başla.
S.G.: Tabii, evet. Alex ile biz 2022 yılında internet yani mail üzerinden tanıştık. Kendisi aslında kitabın yazım serüvenine Afrika'dan başlamış, onu anlatıyordu mailimde. Afrika'yı dolaştıktan sonra Türkiye'ye gelmeyi planlamış ve benimle tanışmadan önce Adana'yı seçmiş çünkü Adana'nın biliyorsunuz, birçok haberde bir atık merkezi olduğu biliniyordu ki zaten verilerden de anlaşılıyor, ilgili veri kaynaklarına ulaşınca nereye gittiğini anlayabiliyorsunuz. O esnada bizim Science dergisinde yayınlanan ve plastik anlaşmasının plastik üretimini de kapsaması gerektiğini, onun azaltılmasını da kapsaması gerektiğini anlattığımız yayınımızla karşılaşmıştı. Orada benim ismimi görünce direkt bana mail atmıştı, öyle tanıştık, Adana'ya geldi. Kendisiyle iki gün Adana'da görüştük, konuştuk. Ben olayın vehametini, kapsamını, bağlamını, nerelere dikkat etmesi gerektiğini, nerelere gitmesi ve bakması gerektiği konularında kendisine tavsiyelerde bulunmuştum. Öğretmenim de detaylıca kitabın ilgili bölümünde bu meseleyi anlattı. İzzettin var, çiftçi. Kendisi aslında bu işte çok önemli bir yere sahip, yasa dışı döküm alanlarını tespit eden bir arkadaşımız ve bize sahada destek oluyordu, yer bildirimi yapıyordu.
Ü.Ş.: Adana'da mı?
S.G.: Evet, Adana'da bir çiftlikte. Kendisi çiftliğin işletmesini yapıyor, sahibi değil ama çiftliğinin çevresine - portakal bahçesi bu arada çiftlik dediğim - dökülen atıklardan ve yakılan bu yabancı çöplerden dolayı çok ciddi bir sıkıntı yaşadıklarını söylüyordu. Hatta tanışmamız da çok ilginç olmuştu İzzettin'le. İzzettin beni Instagram'dan bulmuştu. Adana'nın yerel bir sosyal medya hesabı benim bir yazımı paylaşmış ve Adana'nın Avrupa'nın çöplüğü olması meselesi konusundaki kaygıları ortaya koyduğumda İzzettin de bunun üzerinden bana ulaşıp kendi bölgesinde, yaşadığı bölgede çok ciddi anlamda bu ithal atıkların, çöplerin döküldüğünü anlattı. Alex ile de görüştürmüştüm ve Alex zaten detaylıca yer verdi anladığım kadarıyla. Zaten The Guardian'da kitapla ilgili yazılan makalede, başka kaynaklarda yazılan makalede çokça söz ediyordu İzzettin'den.
Ö.M.: Kestim ama kitabın başlangıcı yani Alexander Clapp’in Atık Savaşları kitabında başlangıç, giriş bölümü de İzzettin Akman ile başlıyor. Dehşet verici ayrıntılarla dolu müthiş bir kitap aslında yani antropolojik şeyleri de var; insan medeniyetinin nelere bağlı olduğunu ve ne hırslarla hareket ettiğini gösteren, doğa ile çevresinin çok iyi bir gazetecilik örneği bence.
S.G.: Evet, ben de ilk tanıştığımda kendisinin bu konuya hakimiyetini, ilgisini, kapsamını, bağlamını nasıl tuttuğunu görünce takdir etmiştim çünkü genelde çok dar kapsamlı değerlendiriliyordu bu mesele ama Alex hem dünyayı dolaştı, hem de meselenin tüm bağlamlarıyla ilgilenen bir içerik ortaya koymayı vaat ediyordu ve öyle de yapmış gördüğüm kadarıyla.
Ö.M.: Evet, hatta kitabın arka kapağındaki yazıda McMafia adlı bir kitabın yazarı Misha Glenny şöyle demiş, ‘Ağzınızı açık bırakacak, antropolojik ayrıntılarla çok iyi yazılmış bir kitap. Kitap, Batı’nın maddi hırslarının çöplüğünü temizlemek peşinde koşan cesur ve trajik karakterlerin de hikayesini anlatıyor bize ve bu hikaye Gana'daki, Türkiye'deki, Pakistan'daki, Hindistan'daki ve Bangladeş'teki ölüm tanrılarının elektronik çöplüklerine kadar hepsinin çizimini yapıp haritasını çıkarıyor.’
Ü.Ş.: Peki, Sedat biraz şunu konuşalım mı? Türkiye'ye gelmeden önce dünyada yani burada bahsettiğimiz daha çok gelişmiş ülkelerdeki, gelişmekte olan ülkelerdeki plastik atık, elektronik atık vs. ihracatından bahsediyoruz.. Bunda son yıllarda bir azalma var mı yoksa artmaya devam mı ediyor? Yani Batı ülkeleri kısaca hala çöplerini, atıklarını dünyanın diğer ülkelerine göndermeye devam ediyorlar mı? Nedir sorun?
S.G.: Yani şimdi bu azalma ve artma meselesi dönemsel çünkü birçok nedeni var; bazen konvansiyonu bunu kontrol etmekle mükellef ama gönüllülük esasına dayanıyor. Dolayısıyla Çin'in ihracat, ithalat yasağından sonra ciddi bir çalkalanma oldu bu sektörde.
Ü.Ş.: Çin artık almıyor değil mi atık?
S.G.: Çin artık almıyor. Bazı Güney Asya ülkeleri de, Güney Doğu Asya ülkeleri de artık almama kararı verdi ama buna rağmen tabi bu işin karakteri illegal olduğu için ‘atıkları alıyoruz ve dönüştürüyoruz’ diye listelenen atıklar ya da çöplerin kendisi aslında içerik olarak bambaşka bir içeriğe sahip olabilir. Mesela tekstil ve elektronik atıklarda bu çok yaygın olarak ortaya çıkıyor çünkü ikinci el eşya olarak transfer ediliyor, kullanılmış eşya olarak transfer ediliyor ve bunların kodları farklı, dolayısıyla bunlar atık olarak kodlanmıyor. Bunların atık olarak kodlanabilmesi için raporunun, bildiriminin ona göre yapılması gerekiyor.
Ben şimdi size öyle söyleyince ‘küresel database'i açtım. Bazıları Action Network'ün sürekli yayınladığı veriler. 2020'den itibaren bakıyorum ve ortalama da mesela Japonya'dan dünyanın diğer ülkelerine, non-OECD dediğimiz ülkelere gönderilen atık miktarında doğru düzgün bir değişme yok, hatta artma var. Geçen gün bir sosyal medya kullanıcısı Instagram'dan bana Japonların ne kadar da çevreyi temiz tutuklarına dair bir video paylaştı ve Japon toplumunun ne kadar temiz bir toplum olduğu örgüsüyle ‘biz neden yapmıyoruz, biz neden bu kadar kirliyiz’ gibi anlattı bunu.
Ü.Ş.: Biz neden atık ihraç etmiyoruz yani?
S.G.: Yani evet, biraz ona da anlattım ben çünkü ondan da haberi yoktu. Kendisi de Bodrum'da çevre temizliği organize eden bir gönüllü bir kadın ve dedim ki Japonya dünyanın en büyük çöp ithalatçılarından birisi. Topladığı çöplüğün büyük çoğunluğunu başka ülkelere gönderiyor ve dolayısıyla süresel olarak dolaşıma giren çöplerin, aylık dolaşıma giren çöplerin miktarında elbette bir azalma söz konusu ama bu azalma, rapor edilen çöplerin içeriği ve kodlarıyla doğrudan ilişkili. Aslında baktığımızda bir mevsimsellik var. Mevsimsellikten arındırdığımız zaman da bu veride çok da ciddi bir azalma söz konusu değil, çünkü çöp miktarı azalmıyor yani bu çöpleri gönderen ülkeler, bertaraf etme altyapısına doğru düzgün yatırım yapmıyorlar, başka yere göndermek dışında başka bir alternatif bırakmıyorlar çünkü üstlenmek istemiyorlar daha fazla. Zaten hepsi farkında geri dönüşüm denilen şeyin bir mitten ibaret olduğunu ve dolayısıyla bu ülkelerin büyük çoğunlukla başka ülkelere gönderme pratikleri devam ediyor.
Bakın, bugün Avrupa Birliği çöp dolaşımıyla ilgili, çöplerin başka ülkelere gönderilmesiyle ilgili yönetmelikleri düzenledi. Yeni bir yönetmelik yayınladı ve ‘İki yıl içerisinde çöp almak isteyen, bizden çöp almak isteyen non-OECD yani OECD üyesi olmayan ülkelere biz çöp göndermeye devam edeceğiz’ dedi. İnanın Malezya’sından Endonezya’sına, Vietnam'dan...
Ü.Ş.: Pardon ne demek bu tam anlamadım yani bu yürürlüğe girmeden önce erken davranıp isteyenler...
S.G.: Hayır, yürürlüğe girince değil, yönetmelik yürürlüğe girdi; Avrupa Birliği, OECD üyesi olmayan ülkelere çöp göndermeyecek, artık göndermeyecek. Tırnak içerisinde ‘artık göndermeyecek o maddeye göre’ olarak değerlendiriyorlar ama şöyle bir ibare var; sonraki iki yıl içerisinde bir başvuru sistemi geliştirmişler ve eğer ki bu ‘OECD üyesi olmayan ülkeler almak isterlerse bize başvuru yapsınlar, kapasitelerini bildirsinler, biz de gidelim kontrol edelim’ deniyor. Kontrolün ne olduğunu biliyorsunuz; kağıt üzerinde her şey ya da gerekli engajmanları ayarlayınca her şeyi kontrol etmiş sayılabilirsiniz. Bu süre içerisinde başvuran ülkelere de çöp göndermeye devam edecekler ve inanın bu işten muzdarip olan bütün ülkeler atık almak için başvuru yapmışlar.
Ü.Ş.: Zaten bu dediğin yönetmelik 2023 sonu gibi çıktı galiba.
S.G.: Evet, daha yeni, bu yıl uygulamaya girdi neredeyse.
Ö.M.: Ben de ufak bir ilavede bulunayım izninizle; Alexander Clapp, bence tamamını tam bitiremedim ama son derece çarpıcı verilerle dolu muazzam bir kitap yazdığını söyleyeyim. Kitapla ilgili olarak da kendisinin, Alexander Clapp'in The Guardian'a yazdığı uzun okuma makalesinde, Türkiye'nin de çok önemli bir rol oynadığını anlatıyor. Kitapta da anlatıyor ama yazıda onu da özetlemiş yani Çin biraz önce konuştuğumuz gibi, dünya atıklarını kabul etmekten vazgeçince Avrupa'nın bu geri dönüşüm diye adlandırılan aslında gerçeklikle de alakası olmayan, ‘recycling’ denen şeyin başı olmuş ve Avrupa'nın en büyük ithalatçısı haline geliyor. Sorun şu ki daha önce de konuştuğumuz gibi, geri dönüşüm yapılabilen bir madde değil. Artta kalan şeyleri de – toksik, hurda yığınları vs. da çok ilginç bir şekilde anlatıyor. Dünyada da dört bölgede gemi söküm, çelik, hurda meselesi muazzam bir boyuta ulaşmış durumda. Son olarak da ‘Aliağa gemi söküm bölgesinde 15 bin ton tehlikeli atık tespit edildi’ diye bir haber görmüştük internette ve yeni bir haber bu da. ‘İnsan ve çevre sağlığını tehdit eden atıklarla ilgili sorumlular hakkında yasal işlem başlatıldı’ deniyor ama kitapta da Alexander Clapp’in net bir şekilde anlattığı gibi, bunun pek imkanı yok yani yasal işlem yapıyoruz diyen ülkeler yapmıyorlar ve tırnak içinde ‘büyük bir medeniyeti’ bunun üzerine kurmuş durumdalar. Yazının başlığında da ‘Türkiye bir sıfır atık ülkesi olacağını ilan etmişti dünyaya ama yerine Avrupa'nın bütün çöplerinin alım merkezi haline geldi’ diye çok ayrıntılı bilgiler veriyordu.
S.G.: Sıfır atık geçtiği için hemen dezenformasyonla mücadele merkezi bir açıklama yayınlamış ve hiçbir yeni bilgi olmayan, daha önce analizini bizzat yaptığımız sonuçları bile yalanlayan, hızlıca genel bir açıklama yayınlayıp ‘bunun Türkiye'nin itibarını zedelemeye çalışan bir yazı’ olduğu ifade edilmişti. Bazen insanlar ‘güneş balçıkla sıvanmaz’ terimini kullanıyorlar ama bu yalanlama her ne kadar dezenformasyonu engelleme gibi bir içerik iddiasında olsa da kendisi bir dezenformasyon yarattı maalesef.
Ü.Ş.: Sonuçta herhalde Türkiye sıfır atık konusunda lider ülke olduğuna göre plastik atık ithalatı durmuştur değil mi Sedat? Son durum nedir şu anda? Ben durmuş olduğunu düşünüyorum çünkü.
S.G.: Maalesef durmadı. Durduğu zaman sıfır atık ülkesi olacaktı Türkiye 2021'de. Çok güzel bir karar aldı. Yedi gün sürdü bu karar, yedi gün dayanabildi koca ülke, yedi gün sonra tekrar açtılar ve şu anda Türkiye neredeyse o 2021’in Mayıs'ında alınan, Temmuz'da bir örneğe giren kanundan, yani daha doğrusu düzenlemeden önceki pozisyonuna geri döndü. Şu anda Türkiye, kendi, ayrı toplayabildiği atık, plastik atık miktarından daha fazlasını maalesef ithal ediyor. Yani bu ne demek?
Ü.Ş.: Dünyadaki sıralaması nedir Türkiye’nin?
S.G.: Birinci sırada şu anda Türkiye.
Ü.Ş.: Kaçıncı?
S.G.: Birinci sırada.
Ö.M.: Birinci sırada, evet. Dehşet verici bir şey, kitapta da var.
S.G.: Yani Avrupa ve İngiltere en büyük çöp ihracatçıları olduğu için buralardan en çok plastik çöp ithal eden ülke Türkiye maalesef.
Ü.Ş.: Peki ne oluyor Türkiye'ye gelen bu plastik atıklar?
S.G.: Ne olduğu konusu tartışmalı zaten ve asıl fırtına da orada kopuyor. İthal eden şirketler bunu alıp ham madde olarak kullanıp katma değerli ürün ürettikleri iddia ediyorlar. Katma değerli ürünü de söyleyeyim; çöp poşeti, arabaların bazı plastik bölmeleri bunlardan üretiliyor. Ama bakıyoruz ki mesela geçen aylarda yine İngiltere merkezli bir STK'nın yayınladığı bir çalışmada şöyle bir ifade vardı; İtalya'da ihraç edilmesi yasak olan yani G48 koduna dahil olan, karışık atık dediğimiz, içeriği belli olmayan ama 3915 bilmem ne koduyla - bu kodlar böyle çok karmakarışık zaten o yüzden ben çok bunlara girmek istemiyorum ama anlaşılsın diye söylüyorum - farklı bir kodla Türkiye'ye gönderiliyor. Gönderilen atık önce bir firmanın deposuna gidiyor, sonra da yakma tesisine giriyor.
Ü.Ş.: Zaten o koda baktığında tutuyor mu diye anlamak mümkün mü?
S.G.: Değil, imkansız. Bir konteynırın içerisinde ne olduğunu anlayabilmeniz için bütün konteynırı analizi için tek tek içine bakacaksınız. Ben hatırlıyorum; Hollanda'daki limanda liman yetkilisinin söylediği ifade şu: ‘Biz kokuyorsa açıyoruz, kokmuyorsa açmıyoruz.’ Yani artık kontrol mekanizması o kadar boşlanmış durumda çünkü kontrol edilmesi gerçekten imkansız. Biliyorsunuz, gıdayla temas edince bakteriyel faaliyetler koku meydana getirebiliyor yani bunların gönderildiği ülkelerde şöyle oluyor; genelde küçük, alt, yasa dışı illegal tesisler yani kaydı olmayan tesislere transfer ediliyor bunlar bir şekilde ve oralarda ayrıştırılıyor. Normalde ayrıştırılmış olarak gelmesi gerekiyor ama ayrıştırılanların işe yararları kullanılır, işe yaramayanları da ya sağa sola dökülüyor ya kırma eleme makinelerinin içerisine atılıp parçalanıp bu şekilde muameleye tabi tutuluyor.
Ü.Ş.: Yani bir yerde depolanıyor.
S.G.: Ya depolanıyor ya da gömülüyor bir yerlere. Çöp depolama sahalarına ya belediyelere veriliyor atık ve belediyeler de alıyor artık bunu çok ilginç bir şekilde, sanki evsel atık topluyormuş gibi bunları da topluyor. Ya da yakmaya gönderiyor, normalde Türkiye’de kimse yakmak amaçlı plastik atık ithal edemez, yasak. Yakma amaçlı gönderilen atıkların niteliği hem konvansiyon tarafından sınırlandırmış, hem de Türkiye'nin kendi ulusal mevzuatı yakmak amaçlı plastik atık ithalatına izin vermiyor. Ancak eğer ki ithal ettiğiniz şeyi geri dönüştürüldüğünde ithal edip onun da düşük olan ki büyük bir çoğunluğu da parçalayıp çimento fabrikasına ya da bir yakma tesisine gönderirseniz bu yasal kılıfa uydurulmuş oluyor. Nitekim en son bahsettiğim, İngilizlerin yaptığı çalışmada içerisine GPS yerleştirilen şeyin akıbeti bir yakma tesisi oluyor ki yakma tesisleri de çimento fabrikası oluyor Adana'da.
Ö.M.: Evet, inanılmaz bir şey yani Alexander Clapp’in yazısında şu da var; Çin'in bu atıkları ithal etme yasağı koymasından sonra dünyada neler olduğunu kısaca özetliyor. Yunan çöpleri Liberya'da başlıyor; İtalyan çöpleri Tuz sahillerinde; Hollanda plastikleri Endonezya'da, eski sömürgesinde, kolonisinde; Polonya'da özel bir polis ünitesi oluşturmak zorunda kalıyor Almanya'dan çünkü Polonya'ya atıyormuş Almanya'da. komşuya ve Avrupa'dan Afrika'ya bütün bu çöp, plastik ve diğer ürünlerin, hurda şeyler dört katına çıkmış Afrika'da. Malezya dünyanın en büyük Amerika plastik çöpünün alıcısı. Filipinler de Kanada'ya savaş açma tehdidinde bulunmuş, ‘Bana kirli şeyler çocuk bezleri gönderiyorsun’ diye. Clapp, ‘Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sıfır atık projesini ilan etmesinden bir yıl sonra 200 bin tondan fazla plastik atık Güneydoğu Çin yerine bu sefer de Güneydoğu Türkiye'ye yapıldı. 30 yıldır görülmemiş bir boyutta buraya akın etti’ diyor. Yani çok acayip rakamlarla beraber ‘Türkiye'yi de gezegenin en büyük plastik atığı alıcısı haline getirdi bu durum’ diye ayrıntılı bilgilerle anlatıyor.
Ü.Ş.: Ben kitabı okuyamadım henüz ama kitap üzerine yazılan yazılardan birinde Guatemala'daki tehlikeli, kimyasal, toksik atıkların gömüldüğü ama var olup olmadığı bile bilinmeyen bir toksik El Dorado'dan bahsediliyor. Hatta Guatemala dışında Benin, Marshall Adaları gibi yerlerde de mesela çeşitli radyoaktif atıkların gömülmüş olduğunu düşünüldü ama kimsenin de bulamadığı söyleniyor yani bunu yapıyorlar ama yeri de belli değil. Senin demin anlattıklarında dedin ya ‘nereye gittiği belli değil’ diye, bana bunu düşündürdü. Türkiye de bir tür plastik El Dorado gibi bir yere dönüşüyor sanki.
S.G.: Adana'da var öyle bir yer ve üzeri onlarca hafriyat atığıyla kapatılmış vaziyette. Daha o kadar kapatılmadan önce - alelacele doldurmuşlar üstünü - orayı görme şansım oldu ve hatta örnek de almıştım oradan. ABD’de ve İngiltere'de hatta Avustralya'da iş yaparken marketlerde satılır 10 lira, 50 lira, 500 lira, 10 euro, 20 euro, 50 euro diye, hatta elimde de var, burada da örneklerini tutuyorum merak edenlere göstermek için. Yüzlercesini bulmuştum bunun. Amerikan ABC kanalıyla buna özel bir haber yapmıştık yani ‘Paskalya ya da Sevgililer Günü gibi özel günlerde hediye almak istiyorsanız bunları almayın çünkü bunların akıbeti Türkiye gibi ülkelerde bitiyor’ gibi bir kampanya da yapmıştık Beyond Plastik adlı bir organizasyonla beraber.
Şimdi bakıyoruz, plastikle ilgili geri dönüşüm meselesi bir yöntem olmaktan çıktı ve aslında çözüm yöntemi olmaktan çıktı, bir kirlilik kaynağı haline geldi çünkü sizin de bahsettiğiniz gibi, dünyanın birçok ülkesine bu plastikler başka kirleticilerle beraber transfer ediliyor. Bakın çok basit, çok ilginç bir örnek var; geçen yılın sonlarında Arnavutluk'a bir gemi ciddi miktarda toksik atık, zehirli atık dökmek için yanaşmaya uğraştı. Gemi Türk gemisi bu arada.
Ö.M.: Evet, bunun haberini de Açık Gazete’de yapma fırsatımız olmuştu.
S.G.: Basel Action Network bir uyarı gönderiyor. olmayan ama tahmince Almanya ya da farklı ülkelerden yüklenmiş tehlikeli kimyasalların bulunduğu bir gemi Arnavutluk'a - Tiran değil de Arnavutluk'un bir liman var, ismini hatırlamıyorum -yanaşmak üzere, ‘bunu engelleyin yoksa geri gönderemezsiniz’ diye uyarıyorlar ve bir şekilde baskıyla, zorla, birkaç uyarı ile beraber bir kampanyayla engelliyorlar. Buna benzer bir sürü örnek var, olay var. Bu iş artık o kadar ki biz o yüzden ‘sömürgecilik’ diyoruz yani ülkelere zorla gönderiyorlar.
Ü.Ş.: Yani yasa dışı olan kısmı olduğu gibi bizimki bayağı yasal anladığım kadarıyla.
S.G.: Tabi diğerinde kontrol etmeseler yasal belki, gübre diyorlar.
Ü.Ş.: Evet, gübre de deniyor.
Ö.M.: Üstelik Birleşik Krallık, İngiltere'de ‘geri dönüşüm yapılması için yolluyoruz’ diyor. ‘Yarısını, plastik çöpün yarısını Türkiye'ye gönderiyor ve daha o birinci yılda, üç yıl geçtikten sonra, bu sıfır atık projesinin Erdoğan tarafından ilan edilmesinden sonra 750 bin tondan fazla eski, çürük, plastik Anadolu'ya Avrupa'nın dört bir yanından gelmiş ve Türkiye'yi gezegendeki plastik atığının bir numaralı alım merkezi haline getirdi’ diyor Clapp. Öyle bir rakam vermiş ki nefesi kesiliyor insanın. ‘Ülkeye dış yabancı kaynaklardan her altı dakikada bir çöp kamyonu giriyor’ diye de bir hesap var.
Ü.Ş.: Çok az zamanımız kaldı. Ben bir son soru yöneltmek istiyorum Sedat; Washington Post, bu kitapla ilgili yazısına şöyle başlıyor: ‘Trash is inevitable’. Yani diyor ki, ‘Çöp kaçınılmazdır, modern tüketim toplumunun bir yan ürünüdür’ diyor.
Ö.M.: İklim değişikliği de öyle değil mi?
Ü.Ş.: Evet, atık ticareti üzerine yazılmış bir kitapla ilgili yazıya böyle başladığınız zaman - zaten eleştiriyor tabii ve sonrasında ‘Peki bu atık nereye gidiyor?’ diyor - işin rengi değişiyor. Gerçekten kaçınılmaz mı ve ne yapmak gerekiyor? Böyle bir son soru sormuş olayım, biraz çözümle bitirmiş olalım.
S.G.: Bu plastik hayatımızın bir parçası, kaçınılmaz yaklaşımının bir sonucu. Eğer ki bu tüketim alışkanlığıyla devam edeceksek, tabii ki çöp üretmek zorundasınız çünkü bu tüketim alışkanlığı çöp üretmek üzere tasarlanmış bir tüketim alışkanlığı. Plastik ilk ABD’de yaygınlaşmaya başladığında zaten bunu söylüyorlar: ‘Plastiğin geleceği çöp tenekesinde’. Dolayısıyla plastik tükettikten sonra sonuç olarak gidildiği yer çöp tenekesi. Biz eğer ki tüketim miktarını, üretimle bağlantılı - üretim tabii ki onun tetikleyicisi - azaltmazsak çöp üretmek tabii ki kaçınılmaz olacak yani bireysel önlemler üzerinden bu kocaman sistemik meseleyi çözmek mümkün değil elbette ama bireysel önlemlerle, bireysel değişikliklerle bu suça ortak olma vasfından kendinizi kurtarmış oluyorsunuz. Dolayısıyla burada bireysel olarak çöp üretmemek en azından bu çöp döngüsüne, bu çöp sömürge döngüsüne dahiliyetimizi ortadan kaldırıyor ama sistemik olarak çöp üretmek kaçınılmaz olma durumundan kurtulmamız için bizim plastik üretimini azaltmamız lazım.
Ü.Ş.: Aslını istersen Türkiye'nin marka haline getirdiği sıfır atık kavramı, kulağa ilk olarak bunu çağrıştırıyor yani atık üretmemek. Şimdi işin kötüsü bunu da tersine çevirmiş durumdayız, sanki sıfır atığı üretmemek değil de atığı uygun bir şekilde görünmez hale getirmek gibi bir anlam kazanmaya başladı. Sıfır atık o demek değil halbuki.
S.G.: Tabii aslında zaten biz sıfır atığı savunuyoruz.
Ü.Ş.: Evet, savunurduk eskiden.
S.G.: Tabii sıfır atık, atık üretmemek demek yani Türkiye'de sıfır atık, doğru çöp kutusuna doğru çöpü atmakla eşdeğer tutulmuş. Bu da geri dönüşüm endüstrisinin, plastik endüstrisinin bu işi domine etmesiyle ilişkili, en çok onların belirleyici olmasıyla ilgili.
Ü.Ş.: Plastik endüstrisi dediğin de petrol endüstrisi tabii değil mi?
Ö.M.: Petrol tabii.
S.G.: Fosil yakıt endüstrisi, evet, aynı. Üreticiler zaten hemen hemen aynı üreticiler. Çöp poşetinin üstüne sıfır atık yazmakla maalesef bu iş karikatüre edilmiş hale geldi Türkiye'de. Böyle bir durum da söz konusu.
Ö.M.: Evet, bitirirken belki de şunu da söylemek lazım; kitabın önemli bir bölümü de yalnız plastik değil, tabii bütünlüğüyle bütün medeniyete çeliğin, yeniden üretilebilen çelik hurdanın ne kadar egemen olduğunu anlatan çok acayip bilgiler de var. Belki bunu da ayrı bir programda konuşuruz.
S.G.: Tekrar az önce söylediğime döneyim, Alex ile tanışmamıza da vesile olan makaleye de atıf yaparak söyleyeyim bunu; plastik sorununu çözmek istiyorsak, sofistik atıf yönetim yöntemlerinin hepsini %100 uygulasak bile sorunu çözemiyoruz. Dolayısıyla tek çözüm, yapılması gerekiyor. Neden %40? Çünkü tek kullanımlı plastiklerin total plastik üretimi içerisindeki oranı %40, %40 lirası. Biz bunu azaltır isek biz çevreye giden çöp miktarını da, maruz kaldığımız plastik atık miktarı, plastik, mikroplastik, nanoplastik miktarını da azaltacağız ve böylelikle konvansiyonlar da bu tür sorunları yönetmekle uğraşmak zorunda kalmayacak.
Ü.Ş.: Çok teşekkürler Sedat.
Ö.M.: Çok teşekkür ederiz.
Ü.Ş.: Alexander Clapp’in Atık Savaşları kitabını konuştuk ve konuğumuz Çukurova Üniversitesi'nden Sedat Gündoğdu idi. Gelecek hafta görüşmek üzere, hoşçakalın.
Ö.M.: Hoşçakalın.